Ziyaret sırası, talihsiz Cem’in türbesine gelmişti. Yavuz Sultan Selim, sandukanın başına vardı. Uzunca bir süre başından ayrılamaz ve bu yiğit amcası için gözyaşı döker. Dedesi Fatih Sultan Mehmet açıkça onu veliaht olarak göstermişti. Buna rağmen ortalıkta neler neler dönmüş, babası Sultan Bayezit ile amcası birbirine silah çekmiş, sonunda o güzel adam, "küffarlar arasında" ıstırap içinde can vermiş, belki yanında ağzına bir yudum su verecek kimse yokken ölmüştü.
Sonra gözü türbe kapısında bekleyen Koca Mustafa Paşa'ya ilişir. O mücadelede küçük veziri Koca Mustafa Paşa'nın rolünü hatırlar. Cem'in küffar elinde, belki de bir tas suya, başında bir Yasin kıraatine hasret can verişinde paşanın olumsuz etkisi olmuştur. Aynı adam şimdi de kendisinin küçük veziridir. Hatta arada sırada kıpırdanıp durmaktadır. Tahta çıkacağı zaman da zaten ağabeyi Ahmed'den taraf olmuştur. Yavuz bunları düşündükçe öfkesi kabardıkça kabarır, hatta taşar. Sonra da ani bir kararla birkaç asker çağırır, Koca Mustafa Paşa'yı tepeletir.
İstanbul’a dönüşte, bu işin henüz tamam olmadığını düşünerek, muhasiplerinden birine emir verdi ki:
"Tiz adam göndertip küçük vezirin camisin de, imaretin de ortadan kaldırsınlar, İstanbul’a böyle bir soysuzun yapısı gerekmez!"
Balta, kürek, Kocamustafapaşa camisinin avlusuna gelenler orada sanki hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi toprak çapalayan Sümbül Efendi ile karşılaştılar. İşini bıraktı, emir kullarının yüzlerine sakin sakin baktı,
"Ne istersiniz?" diye sordu.
Böyle soracağına, ellerinden baltaları, kürekleri alsaydı da kafalarına vursaydı, küfretseydi, dövseydi, kovsaydı onları. Gelenler, mahçup, perişan, geldikleri gibi kös kös geri göndüler.
Varıp efendilerine:
"Biz o camiye elimizi süremeyiz. O camide bir zat var. Yüzümüze bir baktı, 'ne istersiniz?', diye bir sordu. Yok, yok, varsın başkaları yıksın, biz bu işte yokuz!" dediler.
Haber, büyüye yayıla Hünkar’ın huzuruna vardı. Selim bir emir versin de yapılmasın? Demek bu da oluyor. Oluyor diyen varsa gelsin de görsün. Hünkar emir saldı, o öfkeyle atlandı, yanına alacaklarını aldı. Yel oldu, esti, sel oldu aktı, vardı Kocamustafa camisine.
Sümbül Sultan’ın uyanık kalbi bu haberi almış, derviş hırkasını üstüne, tacını başına giymiş, siyah sarığını dolamış, bir kaç dervişiyle cami avlusunda beklemeye başlamıştı. Uçan atın nal seslerini duyunca, gözlerini kapadı, sadece yanık bir sada ile "Hak!" dedi. Hünkar kapı önünde attan atlamış, ok gibi ileriye atılmıştı. Fakat birdenbire hızı kesiliverdi. Ne oluyordu ki acaba? Onu durduran neydi?
Dervişler, niyaz duruşunda, başları yerdeydi. Ortalarında da sarı benizli, kara sarıklı güzel mi güzel bir tanesi var. O başını eğmemiş hükümdara bakıyordu. Bu başka bir bakıştı. Selim’in içine, ta can evine uzanan bu bakışlar kalbinin sayfalarını bir bir okuyor, dünya alemden sakladığı sırlarını, tasalarını, acılarını, üzüntü ve şevkini katmer katmer açıyordu.
Bu bakış biraz daha devam ederse Selim-i Kahhar sel sel ağlayabilirdi. Onun için, yavaş bir adım attı, başını yere eğdi ve ancak duyulabilen bir sesle "Peki yıkılmasın" dedi.
Bir gönül yapmak, cami yapmak kadar sevaplı; bir gönül yıkmak, bir cami yıkmak kadar veballi bir iştir. Hünkar ise hem cami yıkmadı, hem gönül yaptı.
Ancak, bir mesele vardı ki Sümbül Sinan onu ihmal edemezdi.
Onun için: "Hünkarım!" dedi, "Padişahların ahdinin yerine getirilmesi gerekir. Onun için, hiç değilse, ocakları yıksınlar, Hünkar sözü vücut bulsun."
Kazmalar, imaret bacalarını indirirken, Yavuz Sultan Selim ne haldeydi, ne düşünüyordu bilmiyoruz. Onu bir kendisi, bir Allah bilir. Fakat şu gerçek tarihlere geçmiştir: Sırtından kendisine pek yakışan beyaz samur kürkünü çıkardı, ihtiramla Sümbül Efendi’ye giydirdi. O anda elinden başka bir şey gelmezdi.
Sümbül Efendi bu kürkü dergahında zaman zaman giyermiş.
Kaynaklar: Anonim
Etiketler: hünkar, padişah, ferman, emir, dini
0 yorum:
Yorum Gönder